Türk Kurtuluş Savaşı, bir milletin bağımsızlık mücadelesi kadar, insanlık onurunun ve toplumsal adaletin savunusu olarak da tarihimize kazındı. Ancak bu tarihi dönüm noktasını sadece askerî stratejiler veya kahramanlık hikayeleriyle sınırlamamak, onun toplumsal ve kültürel boyutlarına da ışık tutmak, bize çok daha derin bir anlayış kazandırır. Bu yazıda, Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık döneminde yapılan kongreleri, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden ele alacağım.
Kongreler, bir milletin ulusal bağımsızlık mücadelesinin yalnızca stratejik kararlarının alındığı yerler değil, aynı zamanda toplumsal değişimin ve eşitliğin şekillendiği alanlardır. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi, ve Amasya Tamimi gibi önemli adımlar, halkın sesi olarak çıkarken, aynı zamanda toplumsal rollerin, cinsiyetlerin ve adaletin nasıl yeniden şekillendiği konusunda da güçlü birer göstergedir.
Birçok tarihsel metin, Kurtuluş Savaşı’nı erkeklerin yazdığı bir hikaye olarak sunar. Ancak bu bakış açısı, savaşın toplumsal ve kültürel bağlamında kadınların rollerini göz ardı eder. Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık dönemindeki kongrelerde kadınların, toplumun en görünmeyen fakat en güçlü öğeleri olarak büyük bir katkısı olmuştur.
Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi gibi yerlerde doğrudan bir kadın katılımı bulunmasa da, kadınların savaşa verdiği destekteki etkileri çok daha derindir. Kadınlar, hem cephe gerisindeki çalışmalarıyla hem de sivil itaatsizlikleriyle bu mücadelenin temel taşlarını döşemiştir. Milli mücadeleye katılma kararı alan kadınlar, sadece erkeklerle eşit haklarla bu sürece dahil olmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal cinsiyet normlarını kıran bir direnişi de simgelemişlerdir.
Kadınların toplumsal etkilerini düşündüğümüzde, onlara dair çoğu zaman ihmal edilen empatik bakış açıları karşımıza çıkar. Kadınlar, savaşın sadece askeri zaferinden çok, halkın moral ve dayanışma ihtiyacını da ön plana çıkaran bir perspektife sahiptir. Bu empatik bakış açısı, sosyal adaletin yalnızca erkeklerin kazanımlarına değil, tüm bireylerin eşit haklarla yaşamalarına dayalı olması gerektiğini savunur. Kadınların bu noktada yaptığı katkı, yalnızca erkeklerin askeri stratejilerine paralel değil, aynı zamanda toplumun moral yapısını da güçlendiren bir etki yaratmıştır.
Savaşın hazırlık aşamasında yer alan erkekler ise, analitik düşünme ve çözüm odaklı yaklaşımlarını ön plana çıkarmışlardır. Bu, belki de dönemin erkeklerine özgü olarak tanımlanabilecek bir tutumdur: Ulusal bağımsızlık hedefi, genellikle toplumsal cinsiyetin ötesinde, daha çok stratejik ve pragmatik bir zeminde şekillenmiştir. Bununla birlikte, bu analitik yaklaşımda da toplumsal çeşitliliğin göz ardı edilmesi mümkün olmamıştır.
Sivas Kongresi’nde alınan kararlar, hem erkeklerin çözüm odaklı bakış açısını hem de toplumun farklı katmanlarının ihtiyaçlarına duydukları hissiyatı ortaya koyar. Burada, sadece Anadolu’nun erkeklerinin değil, aynı zamanda köylülerin, kadınların ve çocukların ihtiyaçlarının da dikkate alınması, bir çeşitlilik anlayışını benimseyen ve toplumsal adaleti hedefleyen bir yaklaşımın izlerini gösterir.
Bununla birlikte, kongrelerdeki erkek liderlerin kararlarını alırken göz önünde bulundurdukları çoğu zaman daha büyük bir ulusal adalet hedefiydi. Ancak bu adaletin sosyal cinsiyet ve çeşitlilik açısından gerçekten ne kadar kapsayıcı olduğu sorusu, tarihsel bir sorgulama alanıdır. Çünkü Kurtuluş Savaşı’nın içinde bulundurduğu toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sınıf farkları, erkeklerin stratejik kararlarını ve sosyal yapıları, çoğu zaman kadınların ve alt sınıfların çıkarlarını gözeten bir adalet anlayışı ile tamamlayamamıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık sürecindeki kongrelerin, sadece askerî zaferin değil, aynı zamanda toplumsal eşitliğin temellerinin atıldığı yerler olduğunu görmek, bize bugünün dünyasında da önemli dersler sunar. Toplumun tüm bireylerinin eşit haklara sahip olması gerektiği düşüncesi, bu dönemde birçok kesim tarafından benimsenmiştir. Ancak kadınların ve diğer toplumsal grupların, erkeklerin önderliğindeki bu mücadelenin sadece bir yanını değil, her yönünü şekillendirme hakkına sahip oldukları gerçeği, toplumsal adaletin ve eşitliğin hala günümüzde tamamlanmamış bir hedef olduğunun altını çizer.
Peki, bu tarihi deneyimden ne çıkarabiliriz? Toplumun tüm kesimlerinin eşit bir şekilde haklarını savunması, her bireyin özgür ve adil bir şekilde var olabilmesi için daha ne gibi adımlar atılabilir? Bu soruları kendimize sorarak, Kurtuluş Savaşı’nın ardında yatan gerçek mücadeleyi daha geniş bir bakış açısıyla ele alabiliriz.
Bugün, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, çeşitliliği ve sosyal adaleti savunmanın ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatırken, hep birlikte bu hikayeyi nasıl daha kapsayıcı bir hale getirebiliriz? Perspektiflerinizi paylaşarak bu konuda nasıl ilerleyebileceğimizi tartışalım.